Mustafa OKULLU
Köşe Yazarı
Mustafa OKULLU
 

SİHHAT VE HASTALIK

Allah ın insanoğluna vermiş olduğu en büyük nimet vucud sıhhati ve iman sıhhatidir. Hastalık geçici ve arızi bir husustur. Misafir gibi gelip geçicidir. Asıl olan sihhatli olmaktır.Ancak imtihan dünyasında olan insanın imtihan çeşitlerinden birisi de hastalıklardır. Bu hastalıklar kalıcı, uzun süreli veya kısa süreli olabilir. Türkçemizde “Bela” olarak kullandığımız kelime Kur’an-ı Kerimde “ibtela” olarak “imtihan anlamına gelmektedir. Bu imtihanların en büyüğünü Peygamberler çekmiştir. Hastalıklar deyince başta Hz.Eyyüp a.s. akla gelir. Kur’ân’da hasta deyince Hz. Eyyub, hastalık deyince de onun hastalığı akla gelir. Gerçekten de Eyyub Peygamber, seksen yıl kadar sağlıklı ve variyetler içerisinde yaşadıktan sonra çok ağır ve amansız hastalıklara yakalanmış, yedi yıl kadar hastalık çektikten sonra tekrar iyi olmuştu. Peygamberimiz “İnsanların en şiddetli belaya uğrayanları, peygamberlerdir. Sonra iman derecelerine göre diğer insanlar gelir”[1] buyurmuştur. Hz. Eyyub, asla isyan etmemiş, Yüce Allah’a sitemlerde bulunmamıştı. Büyük bir sabır örneği göstermiş ve çaresiz kalınca da derdini sadece Allah’a arz etmişti. Eyyub peygamberin hastalığı ile ilgili olarak Kur’ân şunları söyler: Eyyûb'u hatırla. Hani o, Rabbine: "Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!" diye dua etmişti. Biz de onun duasını kabul etmiş, kendisine bulaşan derdi kaldırmıştık; ona tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir öğüt olarak ailesini ve onlarla beraber bir katını daha vermiştik.[2] Kulumuz Eyyûb'u da an: Hani o, Rabbine "Şeytan, bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu" diye seslenmişti. Ayağını yere vur, işte yıkanacak ve içilecek serin bir su. Ona bizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine bir ibret olarak ailesini ve onlarla beraber eşini de ona armağan ettik. Dedik ki: "Eline bir demet sap al, onunla vur da yeminini bozma." Gerçekten biz onu sabreden bir kul bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o daima bize başvururdu.[3] Ayetler, bir sabır abidesi olan Eyyub peygamberi anmamız ve hatırlatmamız gereği üzerinde durmaktadır. Zaten peygamberler, her konuda örnek alınacak model şahsiyetlerdir. Bu yüzden onları iyi tanımalı, hatırlamalı ve birbirimize anlatmalıyız. İnsan doğasında öncelikli olarak var olan sıhhattir, hastalık sonradan olma, arızî/gelip geçici bir durumdur. Ne var ki pek çok insan sürekli içerisinde bulunduğu sıhhatin kıymetini bilip kendisini sağlıklı kılan Yüce Yaratıcıya layığı ile şükretmez de, arada sırada hastalanınca hemen sızlanmaya, şikâyet etmeye başlar. Bize örnek olarak sunulan ve amansız hastalıklara yakalan Eyyub Peygamber, asla şikâyet etmemiş, sızlanmamış ve hep sabretmiştir. Peygamberimiz s.a.v. de şöyle buyurarak sağlıklı iken sıhhatin kıymeti bilmenin, onu korumanın ve sağlıklı iken yapılması gerekenleri yapmanın gereğine vurgu yapar: “Şu beş şey gelmeden, beş şeyin kıymetini bil: Ölüm gelmeden hayatının, hastalık gelmeden, sağlığının, meşguliyet gelmeden boş vaktinin, ihtiyarlık gelmeden gençliğinin, fakirlik gelmeden zenginliğinin kıymetini bil...”[5] İslam dini, bugün tıbbın önemsediği Hıfzıssıhha/koruyucu hekimlik/yani hastalanmadan önce sağlıklı kalma üzerinde ısrarla durmuş, Müslümanları buna yönlendirmiştir. Onun belirlediği beslenme esasları, emrettiği temizlik ve ibadet şekilleri hep bu koruyucu hekimliğe yönelik şeylerdir. Zaten yarattığı insanı her yönüyle en iyi bilen Yüce Yaratıcı, insanın yararına olan her şeyi ona emretmiş ve her çeşidi ile içki/alkol, domuz eti, kan, leş, fuhuş gibi onun zararına olan şeyleri de yasaklamıştır. Önemli olan bu ölçülere riayet etmektir. Hastalık, genellikle hasta olan insanın yahut çevresindeki insanların bir takım ihmal ve yanlışlıkları yüzünden olur. Burada herkes hastalığa sebep olma durumuna göre sorumluluk alır. Çevreyi kirleten, kaza ve belalara sebep olanlar, bulaşıcı hastalıkları çocuklarına miras bırakanlar ihmal ve tedbirsizliklerinden dolayı sorumludurlar.  Peygamberimiz “Tedavi olunuz, Allah her hastalığın şifasını da yaratmıştır. Ancak haram olan şeylerle tedavi olmayınız.”[6] buyurmuştur. Peygamberimizden gelen hastalık ve tedavi olma ile ilgili hadisler, hadis mecmualarının Kitabu’t-Tıb bölümünde toplanmış ve bu meyanda Tıbbu’n-Nebevî (Nebevî Tıb) adı altında müstakil kitaplar yazılmıştır. Hz. Eyyub Peygamber, ayağını yere vurunca hem sıcak, hem de soğuk su çıkmıştır. O, yerden fışkıran soğuk suyu içiyor, içinin yangınlığı geçiyor; sıcak kaplıca suyu ile yıkanıyor, vücudu iyileşiyordu.[7] Kur’ân-ı Kerim’de, şifa kaynağı ve sebebi olarak suyun dışında pek çok besinden de bahsedilmektedir. Hurma, incir, zeytin, üzüm, nar, kiraz, muz, soğan, sarımsak, mercimek, acur, kabak, reyhan, hardal, kafûr, zencefil gibi çeşitli meyve ve sebzelerin yanında bal, süt ve hayvânî ürünler gibi pek çok besin maddesi Kur’ân ayetlerinde geçer.[8] İnsan, düzenli, devamlı, dengeli ve sağlıklı bir beslenme ile bu nimetlerden yararlanmasını da bilmelidir.  “Kişi hastalandığında yahut yoluculuğa çıktığında, Yüce Allah onun için sağlıklı ve mukîm iken yaptığı her amelin sevabını yazar.”[9] Dinimiz için her konuda olduğu gibi, hastalık anında da pek çok kolaylıklar getirmiş ve hastaların yapamadıklarına üzülmemelerini sağlamıştır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur: “Görme özürlüye zorluk yoktur. Yürüme özürlüye zorluk yoktur. Hastaya zorluk yoktur.”[10] Dinimizin hastalara tanıdığı kolaylıklardan bir kaçı şöyledir: Dinin direği olan namaz her şartta kılınmalıdır. Ufak tefek hastalık anlarında bile namaz terk edilemez. Ancak hasta olduğu için ayakta namaz kılamayan kimse oturarak, hatta yan üzere yatarak, işaretle ve nasıl kolayına geliyorsa o şekilde namazını kılabilir. Buna da gücü yetmeyen kimse, daha sonra kaza etmek üzere namazı terk edebilir. Yirmi dört saatten fazla olan uzun süreli baygınlık geçiren, komada olan kimseden namaz düşer.[11] Oruç tutamayacak kadar hasta olan kimse, orucunu kazaya bırakır. Oruca başladıktan sonra hastalanan kimse, orucunu bozar ve sonra kaza eder. İyileşme ümidi kalmayan hastalar, tutamadıkları oruç için fidye vererek oruç tutmuş gibi olurlar. Söz buraya gelmişken hastalara Kur’ân okuma ve dua etme ile ilgili ilim adamlarımızın yaklaşımlarını özet halinde vermek yararlı olacaktır: Yukarıda da belirtildiği üzere insanın zayıf ve acizlik görüntülerinden biri de hasta olmasıdır. İnsan hastalanan bir varlıktır. İslam’a göre, hasta olan bir kimsenin tedavi yöntemlerine başvurması gerekir. Zira Allah Teâlâ, her hastalık için tedavisini de yaratmıştır.[12] Hastalığa şifa verecek olan yine Allah Teâlâ'dır. Yüce Yaratıcı’nın bir adı da et-Tabîb’dir. O, şifa veren ve şifa kaynağıdır. O, işlerin iç yüzünü en iyi şekilde bilen ve hastalıklara şifa verendir. Tüm maddî ve manevî hastalıkların şifası O'ndadır. O, hem kalplerin tabibi, hem ruhların tabibi, hem beyinlerin tabibi, hem de bedenlerin tabibidir. O, Tabîbe’l-Kulûbdür. O'dur kalplerin gerçek doktoru. O’nun bir adı da el-Cebbâr’dır. Cebbâr, yaraları saran anlamına da gelir. Bu gerçeği bir ayette Hz. İbrahim, şöyle diyerek ifade etmiştir: "Hastalandığımda O'dur, bana şifa veren".[13] Şu halde, hastalıktan kurtulmak için yapılması gerekenleri yaptıktan sonra şifayı O’ndan dilemeyi, O’na dua etmeyi de ihmal etmemelidir. Tedavi yollarına yapışıp şifayı Allah'tan beklemek asıldır. Yine hastalıkların tedavisinde moral, iyi olacağına inanma, kendine güven duygusu son derece önemlidir. Nitekim doktor doktor koşup yine de şifayı bulamayan çaresiz nice insan vardır. İşte dua, Allah'a sığınma, O'na güvenip O'ndan isteme, bu çaresizlik anlarında, hastalık tedavisinde başvurulan maddi sebeplerin tamamlayıcısı olarak gelmektedir. Ciddi bir hastalığa tutulan Hz.Eyyub peygamber dua etmiş ve iyileşmiştir; Hz. İbrahim[14] ve Hz. Zekeriya[15] dua etmiş, kendilerinin ve eşlerinin kısırlığı sona ermiştir.. Burada şifa için dua etmenin önemi de ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu konuda ünlü bir tıp doktoru şu tespitte bulunmuştur: “İnsanın iç organları en mükemmel şekliyle ibadet ve dua anında çalışır. Muhataplarım istedikleri kadar bu görüşüme itiraz etsinler. Ben mevcut tıbbî imkânlarımızla tedavi edemediğimiz pek çok tehlikeli hastalığın dua ile iyileştiğine tanık oldum.”[16] Kur'ân'da değişik şekillerde altı kere geçen şifa[17] kavramı, hem manevi / ruhi, hem de maddi / bedeni hastalıklar için söz konusu olan kapsamlı bir kavramdır. Bu ifadelerden ve bu konudaki pek çok haberden Kur'ân'ın ruhi hastalıklara da bedeni hastalıklara da şifa olduğu anlaşılabilir. O'nun ruhi hastalıklara şifa oluşu, dua ve rukye[18] ile gerçekleşir.[19] Kur'ân ve hadisler ise, öncelikli olarak bedeni hastalıklar için tedavi olunmasını isteyerek şifa yollarını aramayı salık verir. Kur'ân'ın şifa kaynağı oluşu hakkında İbn Kayyım özetle şunları söyler: "Bazı sözlerin tecrübe ile sabit tesir gücü ve bir takım faydaları vardır. Âlemlerin Rabbi Allah'ın sözü ise, her sözden üstündür. O, tam bir şifa kaynağıdır. Nitekim O'nda şöyle buyurulur: "Biz Kur'ân'dan şifa olan şeyi indirdik".[20] Âyetteki "min" harfi cinsi açıklamak için gelmiş olup teb’îz için (bir cüzü belirtmek için) değildir. Dolayısı ile o, her türlü şifayı içine alır". [21] Buna göre Kur'ân hem kalbi, hem bedeni hastalıklar için tam bir şifa kaynağıdır.[22] O, insandaki şek, şüphe ve cehaleti gidererek, ahlakı güzelleştirerek kalplere şifadır. Rukye ve sığınma yoluyla da maddi hastalıklara şifadır.[23] Kur'ân'ın şifa kaynağı oluşu hakkında hadislerde şöyle buyurulmuştur:  "Devanın en hayırlısı Kur'ân'dır".[24]  "Kur'ân devanın ta kendisidir". 25] "Şu iki şeye önem veriniz: Kur'ân ve bal".[26] "Kur'ân ile şifa aramayana Allah şifa vermez". [27] "Fatiha suresi ne için okunursa ona fayda verir.Onda her çeşit deva vardır".[28] Sahabeden Ebu Said el-Hudrî,  kendisini yılan veya akrep sokan bir kabile reisini Fatiha suresi ile okumuş ve o adamın iyileşmesine sebep olmuş, durumu Peygamberimize haber verince O, bunu tasvip ederek şöyle buyurmuştur: "Fatihanın bu kadar tesirli bir dua olduğunu sana öğreten nedir!".[29] Hastanın bu psikolojik tedavisinde Kur'ân âyetlerini okuyup onlarla Allah’tan şifa istemek, öteden beri yapılagelen bir İslâm geleneğidir. İslam öncesi Araplar arasında yaygın olan, muska (rukye) yazma işi de belirli şartlarla sınırlandırıldıktan sonra caiz kılınmış ve bu şekilde şirk-tılsım karışımından uzak tutulmaya çalışılmıştır. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: "Bana rukyelerinizi bir arzedin. ıçinde şirk olup olmadığına bakayım. ıçinde şirk olmadıktan sonra rukye yapmakta bir sakınca yoktur".[30] Hadisin bir başka varyantında devamla şöyle buyurulmuştur: "Sizden bu şekilde kardeşine yararlı olabilen onu yapsın". [31] İlim adamları, bazı şartlarla yapılan rukyenin caiz olabileceğini açıklamışlardır. İbn Hacer, şu üç şartla rukye caizdir, demiştir: Allah'ın kelamı, O'nun isim ve sıfatları okunup yazılarak yapmak, Arapça yahut anlaşılabilir bir dilde olması, Rukye yapan ve yaptıranın şifayı rukyeden değil Allah’tan beklemesi. Bu şartları taşımayan, şifreli-rumuzlu muskaların caiz olmadığı söylenmiştir.[32] Hz.Aişe, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Ömer gibi sahabiler başta olmak üzere, tarih boyunca pek çok âlim bu manada bir rukyenin caiz olduğunu söylemişlerdir.[33] Bir hadislerinde Hz. Peygamber, okuyup üflemenin hastaya güven telkin edeceğini söyleyerek[34] okuyup üflemedeki temel espriyi açıklamıştır. Bu konuda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ise, bu işin ticarete alet edilmemesi, bu işin bir meslek haline getirilmemesi ve Kur'ân'ın iniş gayesini tahrif edip O'nu hastalara, ölülere okunan bir kitap haline getirmekten şiddetle sakınılmasıdır. Hastalara Kur’ân ayetlerinin okunması ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: Kur’ân, inananların her şeyidir. Onlar, ibadetlerinde Kur’ân okudukları gibi, savaşta barışta, hastalıkta sağlıkta, okulda camide, evde işyerinde, kısaca her zaman, her yerde ve her vesile ile Kur’ân okurlar, gönüllerini Kur’ân ile teskin edip zihinlerini onunla donatırlar, dert ve tasalarına Kur’ân ile teselli ararlar. Kur’ân onların başvuru kitabıdır. Onlar hastalandıklarında da Kur’ân’a başvurup onda şifa ararlar. Bunu yaparken onlar, okudukları ayetleri anlayıp gereklerini yerine getirmeyi asla ihmal etmezler, hastalıkları için tıbbî tedavi yollarından asla vazgeçmezler. Belki tıbbî tedavilerin yanında ruhî tedaviye katkıda bulunsun diye, her şeye gücü yeten ve bir adı da eş-Şâfi’ olan Yüce Allah’tan şifa dileyerek manevî güç ve moral kazanmaya çalışırlar. Nitekim bu konada şair şöyle der: “Hasta olsam ilacım, çorbam, sütüm o Kitap/Suda mantarım, gökte paraşütüm o Kitap.”[35] Nitekim geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kur’ân okuma ve dinletme metodu ile çeşitli hastalıkların tedavi edildiği bilinen bir husustur. Kanuni Sultan Süleyman’ın sihhat ile ilgili mısrasıyla son verelim: halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi          olmaya devlet cihân da bir nefes sıhhât gibi  Anlamı: halk içinde devletten daha itibarli bir sey yoktur         dünyada sıhhatli bir nefes gibi mutluluk yoktur. Cumanız mübarek olsun.Kocaeli Gölcükten tüm dünya Müslümanlarına selam olsun. Not:Bu yazıyı hazırlarken yazısından istifade ettiğim Prof.Ali AKPINAR hocama teşekkür ederim.  
Ekleme Tarihi: 02 Aralık 2016 - Cuma

SİHHAT VE HASTALIK

Allah ın insanoğluna vermiş olduğu en büyük nimet vucud sıhhati ve iman sıhhatidir. Hastalık geçici ve arızi bir husustur. Misafir gibi gelip geçicidir. Asıl olan sihhatli olmaktır.Ancak imtihan dünyasında olan insanın imtihan çeşitlerinden birisi de hastalıklardır. Bu hastalıklar kalıcı, uzun süreli veya kısa süreli olabilir.

Türkçemizde “Bela” olarak kullandığımız kelime Kur’an-ı Kerimde “ibtela” olarak “imtihan anlamına gelmektedir. Bu imtihanların en büyüğünü Peygamberler çekmiştir. Hastalıklar deyince başta Hz.Eyyüp a.s. akla gelir.

Kur’ân’da hasta deyince Hz. Eyyub, hastalık deyince de onun hastalığı akla gelir. Gerçekten de Eyyub Peygamber, seksen yıl kadar sağlıklı ve variyetler içerisinde yaşadıktan sonra çok ağır ve amansız hastalıklara yakalanmış, yedi yıl kadar hastalık çektikten sonra tekrar iyi olmuştu. Peygamberimiz “İnsanların en şiddetli belaya uğrayanları, peygamberlerdir. Sonra iman derecelerine göre diğer insanlar gelir”[1] buyurmuştur.

Hz. Eyyub, asla isyan etmemiş, Yüce Allah’a sitemlerde bulunmamıştı. Büyük bir sabır örneği göstermiş ve çaresiz kalınca da derdini sadece Allah’a arz etmişti. Eyyub peygamberin hastalığı ile ilgili olarak Kur’ân şunları söyler:

Eyyûb'u hatırla. Hani o, Rabbine: "Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!" diye dua etmişti. Biz de onun duasını kabul etmiş, kendisine bulaşan derdi kaldırmıştık; ona tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir öğüt olarak ailesini ve onlarla beraber bir katını daha vermiştik.[2]

Kulumuz Eyyûb'u da an: Hani o, Rabbine "Şeytan, bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu" diye seslenmişti. Ayağını yere vur, işte yıkanacak ve içilecek serin bir su. Ona bizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine bir ibret olarak ailesini ve onlarla beraber eşini de ona armağan ettik. Dedik ki: "Eline bir demet sap al, onunla vur da yeminini bozma." Gerçekten biz onu sabreden bir kul bulmuştuk. Ne güzel kuldu, o daima bize başvururdu.[3]

Ayetler, bir sabır abidesi olan Eyyub peygamberi anmamız ve hatırlatmamız gereği üzerinde durmaktadır. Zaten peygamberler, her konuda örnek alınacak model şahsiyetlerdir. Bu yüzden onları iyi tanımalı, hatırlamalı ve birbirimize anlatmalıyız.

İnsan doğasında öncelikli olarak var olan sıhhattir, hastalık sonradan olma, arızî/gelip geçici bir durumdur. Ne var ki pek çok insan sürekli içerisinde bulunduğu sıhhatin kıymetini bilip kendisini sağlıklı kılan Yüce Yaratıcıya layığı ile şükretmez de, arada sırada hastalanınca hemen sızlanmaya, şikâyet etmeye başlar. Bize örnek olarak sunulan ve amansız hastalıklara yakalan Eyyub Peygamber, asla şikâyet etmemiş, sızlanmamış ve hep sabretmiştir.

Peygamberimiz s.a.v. de şöyle buyurarak sağlıklı iken sıhhatin kıymeti bilmenin, onu korumanın ve sağlıklı iken yapılması gerekenleri yapmanın gereğine vurgu yapar: “Şu beş şey gelmeden, beş şeyin kıymetini bil: Ölüm gelmeden hayatının, hastalık gelmeden, sağlığının, meşguliyet gelmeden boş vaktinin, ihtiyarlık gelmeden gençliğinin, fakirlik gelmeden zenginliğinin kıymetini bil...”[5] İslam dini, bugün tıbbın önemsediği Hıfzıssıhha/koruyucu hekimlik/yani hastalanmadan önce sağlıklı kalma üzerinde ısrarla durmuş, Müslümanları buna yönlendirmiştir. Onun belirlediği beslenme esasları, emrettiği temizlik ve ibadet şekilleri hep bu koruyucu hekimliğe yönelik şeylerdir. Zaten yarattığı insanı her yönüyle en iyi bilen Yüce Yaratıcı, insanın yararına olan her şeyi ona emretmiş ve her çeşidi ile içki/alkol, domuz eti, kan, leş, fuhuş gibi onun zararına olan şeyleri de yasaklamıştır. Önemli olan bu ölçülere riayet etmektir.

Hastalık, genellikle hasta olan insanın yahut çevresindeki insanların bir takım ihmal ve yanlışlıkları yüzünden olur. Burada herkes hastalığa sebep olma durumuna göre sorumluluk alır. Çevreyi kirleten, kaza ve belalara sebep olanlar, bulaşıcı hastalıkları çocuklarına miras bırakanlar ihmal ve tedbirsizliklerinden dolayı sorumludurlar.

 Peygamberimiz “Tedavi olunuz, Allah her hastalığın şifasını da yaratmıştır. Ancak haram olan şeylerle tedavi olmayınız.”[6] buyurmuştur. Peygamberimizden gelen hastalık ve tedavi olma ile ilgili hadisler, hadis mecmualarının Kitabu’t-Tıb bölümünde toplanmış ve bu meyanda Tıbbu’n-Nebevî (Nebevî Tıb) adı altında müstakil kitaplar yazılmıştır.

Hz. Eyyub Peygamber, ayağını yere vurunca hem sıcak, hem de soğuk su çıkmıştır. O, yerden fışkıran soğuk suyu içiyor, içinin yangınlığı geçiyor; sıcak kaplıca suyu ile yıkanıyor, vücudu iyileşiyordu.[7]

Kur’ân-ı Kerim’de, şifa kaynağı ve sebebi olarak suyun dışında pek çok besinden de bahsedilmektedir. Hurma, incir, zeytin, üzüm, nar, kiraz, muz, soğan, sarımsak, mercimek, acur, kabak, reyhan, hardal, kafûr, zencefil gibi çeşitli meyve ve sebzelerin yanında bal, süt ve hayvânî ürünler gibi pek çok besin maddesi Kur’ân ayetlerinde geçer.[8] İnsan, düzenli, devamlı, dengeli ve sağlıklı bir beslenme ile bu nimetlerden yararlanmasını da bilmelidir.

 “Kişi hastalandığında yahut yoluculuğa çıktığında, Yüce Allah onun için sağlıklı ve mukîm iken yaptığı her amelin sevabını yazar.”[9]

Dinimiz için her konuda olduğu gibi, hastalık anında da pek çok kolaylıklar getirmiş ve hastaların yapamadıklarına üzülmemelerini sağlamıştır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur: “Görme özürlüye zorluk yoktur. Yürüme özürlüye zorluk yoktur. Hastaya zorluk yoktur.”[10]

Dinimizin hastalara tanıdığı kolaylıklardan bir kaçı şöyledir: Dinin direği olan namaz her şartta kılınmalıdır. Ufak tefek hastalık anlarında bile namaz terk edilemez. Ancak hasta olduğu için ayakta namaz kılamayan kimse oturarak, hatta yan üzere yatarak, işaretle ve nasıl kolayına geliyorsa o şekilde namazını kılabilir. Buna da gücü yetmeyen kimse, daha sonra kaza etmek üzere namazı terk edebilir. Yirmi dört saatten fazla olan uzun süreli baygınlık geçiren, komada olan kimseden namaz düşer.[11] Oruç tutamayacak kadar hasta olan kimse, orucunu kazaya bırakır. Oruca başladıktan sonra hastalanan kimse, orucunu bozar ve sonra kaza eder. İyileşme ümidi kalmayan hastalar, tutamadıkları oruç için fidye vererek oruç tutmuş gibi olurlar.

Söz buraya gelmişken hastalara Kur’ân okuma ve dua etme ile ilgili ilim adamlarımızın yaklaşımlarını özet halinde vermek yararlı olacaktır:

Yukarıda da belirtildiği üzere insanın zayıf ve acizlik görüntülerinden biri de hasta olmasıdır. İnsan hastalanan bir varlıktır. İslam’a göre, hasta olan bir kimsenin tedavi yöntemlerine başvurması gerekir. Zira Allah Teâlâ, her hastalık için tedavisini de yaratmıştır.[12]

Hastalığa şifa verecek olan yine Allah Teâlâ'dır. Yüce Yaratıcı’nın bir adı da et-Tabîb’dir. O, şifa veren ve şifa kaynağıdır. O, işlerin iç yüzünü en iyi şekilde bilen ve hastalıklara şifa verendir. Tüm maddî ve manevî hastalıkların şifası O'ndadır. O, hem kalplerin tabibi, hem ruhların tabibi, hem beyinlerin tabibi, hem de bedenlerin tabibidir. O, Tabîbe’l-Kulûbdür. O'dur kalplerin gerçek doktoru. O’nun bir adı da el-Cebbâr’dır. Cebbâr, yaraları saran anlamına da gelir.

Bu gerçeği bir ayette Hz. İbrahim, şöyle diyerek ifade etmiştir: "Hastalandığımda O'dur, bana şifa veren".[13] Şu halde, hastalıktan kurtulmak için yapılması gerekenleri yaptıktan sonra şifayı O’ndan dilemeyi, O’na dua etmeyi de ihmal etmemelidir.

Tedavi yollarına yapışıp şifayı Allah'tan beklemek asıldır. Yine hastalıkların tedavisinde moral, iyi olacağına inanma, kendine güven duygusu son derece önemlidir. Nitekim doktor doktor koşup yine de şifayı bulamayan çaresiz nice insan vardır. İşte dua, Allah'a sığınma, O'na güvenip O'ndan isteme, bu çaresizlik anlarında, hastalık tedavisinde başvurulan maddi sebeplerin tamamlayıcısı olarak gelmektedir. Ciddi bir hastalığa tutulan Hz.Eyyub peygamber dua etmiş ve iyileşmiştir; Hz. İbrahim[14] ve Hz. Zekeriya[15] dua etmiş, kendilerinin ve eşlerinin kısırlığı sona ermiştir..

Burada şifa için dua etmenin önemi de ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu konuda ünlü bir tıp doktoru şu tespitte bulunmuştur: “İnsanın iç organları en mükemmel şekliyle ibadet ve dua anında çalışır. Muhataplarım istedikleri kadar bu görüşüme itiraz etsinler. Ben mevcut tıbbî imkânlarımızla tedavi edemediğimiz pek çok tehlikeli hastalığın dua ile iyileştiğine tanık oldum.”[16]

Kur'ân'da değişik şekillerde altı kere geçen şifa[17] kavramı, hem manevi / ruhi, hem de maddi / bedeni hastalıklar için söz konusu olan kapsamlı bir kavramdır. Bu ifadelerden ve bu konudaki pek çok haberden Kur'ân'ın ruhi hastalıklara da bedeni hastalıklara da şifa olduğu anlaşılabilir. O'nun ruhi hastalıklara şifa oluşu, dua ve rukye[18] ile gerçekleşir.[19] Kur'ân ve hadisler ise, öncelikli olarak bedeni hastalıklar için tedavi olunmasını isteyerek şifa yollarını aramayı salık verir.

Kur'ân'ın şifa kaynağı oluşu hakkında İbn Kayyım özetle şunları söyler: "Bazı sözlerin tecrübe ile sabit tesir gücü ve bir takım faydaları vardır. Âlemlerin Rabbi Allah'ın sözü ise, her sözden üstündür. O, tam bir şifa kaynağıdır. Nitekim O'nda şöyle buyurulur: "Biz Kur'ân'dan şifa olan şeyi indirdik".[20] Âyetteki "min" harfi cinsi açıklamak için gelmiş olup teb’îz için (bir cüzü belirtmek için) değildir. Dolayısı ile o, her türlü şifayı içine alır". [21]

Buna göre Kur'ân hem kalbi, hem bedeni hastalıklar için tam bir şifa kaynağıdır.[22] O, insandaki şek, şüphe ve cehaleti gidererek, ahlakı güzelleştirerek kalplere şifadır. Rukye ve sığınma yoluyla da maddi hastalıklara şifadır.[23]

Kur'ân'ın şifa kaynağı oluşu hakkında hadislerde şöyle buyurulmuştur:

 "Devanın en hayırlısı Kur'ân'dır".[24]

 "Kur'ân devanın ta kendisidir". 25]

u iki şeye önem veriniz: Kur'ân ve bal".[26]

"Kur'ân ile şifa aramayana Allah şifa vermez". [27]

"Fatiha suresi ne için okunursa ona fayda verir.Onda her çeşit deva vardır".[28]

Sahabeden Ebu Said el-Hudrî,  kendisini yılan veya akrep sokan bir kabile reisini Fatiha suresi ile okumuş ve o adamın iyileşmesine sebep olmuş, durumu Peygamberimize haber verince O, bunu tasvip ederek şöyle buyurmuştur: "Fatihanın bu kadar tesirli bir dua olduğunu sana öğreten nedir!".[29]

Hastanın bu psikolojik tedavisinde Kur'ân âyetlerini okuyup onlarla Allah’tan şifa istemek, öteden beri yapılagelen bir İslâm geleneğidir. İslam öncesi Araplar arasında yaygın olan, muska (rukye) yazma işi de belirli şartlarla sınırlandırıldıktan sonra caiz kılınmış ve bu şekilde şirk-tılsım karışımından uzak tutulmaya çalışılmıştır. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: "Bana rukyelerinizi bir arzedin. ıçinde şirk olup olmadığına bakayım. ıçinde şirk olmadıktan sonra rukye yapmakta bir sakınca yoktur".[30] Hadisin bir başka varyantında devamla şöyle buyurulmuştur: "Sizden bu şekilde kardeşine yararlı olabilen onu yapsın". [31]

İlim adamları, bazı şartlarla yapılan rukyenin caiz olabileceğini açıklamışlardır. İbn Hacer, şu üç şartla rukye caizdir, demiştir: Allah'ın kelamı, O'nun isim ve sıfatları okunup yazılarak yapmak, Arapça yahut anlaşılabilir bir dilde olması, Rukye yapan ve yaptıranın şifayı rukyeden değil Allah’tan beklemesi. Bu şartları taşımayan, şifreli-rumuzlu muskaların caiz olmadığı söylenmiştir.[32] Hz.Aişe, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Ömer gibi sahabiler başta olmak üzere, tarih boyunca pek çok âlim bu manada bir rukyenin caiz olduğunu söylemişlerdir.[33] Bir hadislerinde Hz. Peygamber, okuyup üflemenin hastaya güven telkin edeceğini söyleyerek[34] okuyup üflemedeki temel espriyi açıklamıştır.

Bu konuda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta ise, bu işin ticarete alet edilmemesi, bu işin bir meslek haline getirilmemesi ve Kur'ân'ın iniş gayesini tahrif edip O'nu hastalara, ölülere okunan bir kitap haline getirmekten şiddetle sakınılmasıdır.

Hastalara Kur’ân ayetlerinin okunması ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:

Kur’ân, inananların her şeyidir. Onlar, ibadetlerinde Kur’ân okudukları gibi, savaşta barışta, hastalıkta sağlıkta, okulda camide, evde işyerinde, kısaca her zaman, her yerde ve her vesile ile Kur’ân okurlar, gönüllerini Kur’ân ile teskin edip zihinlerini onunla donatırlar, dert ve tasalarına Kur’ân ile teselli ararlar.

Kur’ân onların başvuru kitabıdır. Onlar hastalandıklarında da Kur’ân’a başvurup onda şifa ararlar. Bunu yaparken onlar, okudukları ayetleri anlayıp gereklerini yerine getirmeyi asla ihmal etmezler, hastalıkları için tıbbî tedavi yollarından asla vazgeçmezler. Belki tıbbî tedavilerin yanında ruhî tedaviye katkıda bulunsun diye, her şeye gücü yeten ve bir adı da eş-Şâfi’ olan Yüce Allah’tan şifa dileyerek manevî güç ve moral kazanmaya çalışırlar. Nitekim bu konada şair şöyle der: “Hasta olsam ilacım, çorbam, sütüm o Kitap/Suda mantarım, gökte paraşütüm o Kitap.”[35] Nitekim geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kur’ân okuma ve dinletme metodu ile çeşitli hastalıkların tedavi edildiği bilinen bir husustur.

Kanuni Sultan Süleyman’ın sihhat ile ilgili mısrasıyla son verelim:

halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi 
        olmaya devlet cihân da bir nefes sıhhât gibi 

Anlamı:

halk içinde devletten daha itibarli bir sey yoktur
        dünyada sıhhatli bir nefes gibi mutluluk yoktur.

Cumanız mübarek olsun.Kocaeli Gölcükten tüm dünya Müslümanlarına selam olsun.

Not:Bu yazıyı hazırlarken yazısından istifade ettiğim Prof.Ali AKPINAR hocama teşekkür ederim.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yenigolcuk.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.