NEREYE KADAR ŞEFKAT!

Hasta olan bir çocukla ilgili olan bir hikâye, şöyle anlatılır:

Çocuk hasta, ateşler içinde yatağında kıvranıyor. Ateş o kadar yükseliyor ki çocuğun etine dokunulamıyor. Hani yanıyor denilir ya tam da öyle! İşte o vaziyette yatıyor, havale geçirmeye ramak kalmış. 
Aile, ne yapacağını bilemiyor, şaşkınlık ve endişe içinde,  baba da telaşlı, ancak ani bir kararla doktora koşuyor. Derdini anlattığı doktor, malzemelerinin içinde olduğu çantasını kaptığı gibi adamla birlikte eve geliyor.
Doktor hastanın ateşini ölçer ölçmez işin vahametini anlıyor. Ateş gerçekten çok yüksekti. Kırk dereceyi geçmesine ramak kalmış. O da telaşlanıyor, ancak görevini de yapmak zorundaydı. Hemen kendini toparlayıp, ilk önce ıslakve sirkeli bezleri çocuğun başına ve kollarına sardırdı. Arkasından bir an önce ateşi düşürmek için de iğneyi acil bir şekilde hazırlamaya başladı. 
Ateşler içinde kendinden geçmiş bir vaziyette yatan çocuk, doktorun elindeki iğneyi görür görmez, korkudan adeta canlanmıştı. Avazı çıktığı kadarve var gücüylebağırmaya başlamıştı.
Ciğerparesinin bu feryada dayanamayan anne, adeta doktora akıl vermeye başlamıştı: “Görüyorsunuz ki, çocuk korkuyor, lütfen iğne yerine hap ya da şurup verin!” diyor ve bunda ısrar ediyordu. Fakat doktor iğnede kararlıydı. “Hızla yükselen ateşi ancak bu şekilde düşürebilirim” diyordu. Diyordu demesine de anne de ısrarlı ve bu ısrarda inat ediyordu.
Konu uzadıkça içinden çıkılmaz bir hal alınca, o ana kadar sessiz duran baba, artık dayanamıyor ve olaya el koyuyordu
Canhıraş bir şekilde karısına ve çocuğuna bağırır, ardından da doktora da bildiğini ve gereğini yapmasını söyler.
Tam bir curcuna havası… Bağırtı, çağırtı içinde sinirler gerilmiş vaziyetteyken, babanın da emredici avazıyla meydana gelen şaşkınlık ve sessizlik ortamından faydalanan doktor, hemen iğneyi yapıverir.
Damardan girildiği için çok kısa zamanda ilaç etkisini gösterir, çocuğun ateşi çabucak düşer. Çocukla birlikte anne ve babanın neşesi yerine gelirken, biraz önce yaşanan telaş, korku, panik ve bağrışmayı kimse hatırlamaz olur.
Ortam normale dönünce doktor şu veciz sözü söyler:
“Annenin şefkat ve merhameti çocuğunu öldürecekti; ama babanın yerinde olan sertliği imdada yetişti ve çocuk kurtuldu!”
Bu kıssadan elbette herkes kendi hayatına göre bir ders çıkartabilir. Esasen ne zaman anne şefkatinde, ne zaman baba sertliğinde olmalı; bunu ayarlamak önemli.Ancak, çoğu kez akılcı ve mantıklı düşünce yerine işin içine duygular girer.Yine çok zaman rollerimizin anne mi, baba mı yoksa doktor mu olduğunu karıştırırız.
En milli konulardan tutunda en yerel konulara varıncaya kadar, en doğru sonuca giderken, engel çıkartanların, gürültü kopartanların başında rollerini karıştıranlar olduğunu görüyoruz. Son karar vereni etkilemeye yönelik, kişilerin fıtratlarına uygun; ama hatalı davranışlarına şahit oluyoruz. Onun için diyoruz ki:

Ehliyet-liyakat-dürüstlük ilkesi şart.
İşi hem ehline verip hem de işine karışmamalı.İşi verirken, benim dostum, arkadaşım, akrabam, hemşerim anlayışından hızla çıkmak lazım. Egosuyla, duygusallığı ile kompleksleri ile baş edemeyen insanlar, kendilerine de, etrafına da, ülkeye de zarar verirler. Bunları görmezden gelmek, ya da hasbelkader bir yere bu vasıfsızlıkları ile gelmiş olanlarda ısrar etmek, bize bu vatanı kazandıran ecdadımızın kemiklerini sızlatır.
Baba nerede şefkat, nerede merhamet, nerede kararlı olacağını bildiği zaman sorun olmaz.

Sevgiyle kalın.